"Ateş Böceği ve Mavi"

Aldıralım, ya da aldırmayalım ikileminde vicdan ağır basmış; ve bir sonbahar sabahı o da tüm insanlar gibi, ağlayarak başlamıştı hayat yolculuğuna…Ama ne yolculuk...Hayatının baharında uzun yıllar kalbiyle savaşmış ve çocuk olmaya acemi kalarak büyümüştü…Farklıydı; ne çevresiyle, ne de şehriyle uyuşmuyordu hiçbir yanı…Arzular içinde sel olup taşıyor, taşıyor ama her seferinde okyanuslara ulaşmak yerine, yeni setlerle kendi içinde göl olup, kabuğuna çekiliyordu...Yıllar akıp gitmiş, büyümüş ve büyüdükçe de soluk alışları sekteye uğramış; zifiri karanlıklarda, hayata dair en keskin virajlarda yapayalnız, çırılçıplak kalmıştı…Her derdin ilacı olarak lanse edilen zaman, onun için hiçbir anlam ifade etmemiş; o nu vaktinden önce yaşlandırmaktan başka, bir adım öteye geçememişti…Etrafına benzemediği, hayattan sıra dışı beklentilerinin olduğu bir dünyada, büyümenin yabancılaşmak, yarım kalmak, engellenmek, acı çekmek,olur olmaz göz yaşı dökmek, olduğunu öğrenmekte hiçte zorlanmamıştı…Yıllar, başta umutları ve kendine olan güveni olmak üzere her şeyini alıp gitmişti…
Uzunca bir dönem rüzgarda savrulan bir yaprağa eş yaşadıktan sonra; bir gece eve dönüş yolunda, artık akla karayı seçmekte zorlanan gözlerine bir ateş böceği ilişti…Nasılda parlıyordu, soğuğa aldırmadan, ayın bile küstüğü, katran karası geceye inat…
Belki de olması gereken de buydu …Aydınlıkta hiçbir zahmet çekmeden, herkes her şeyi görebiliyordu…Önemli olan gecelerde de görünür olmak, tüm yollar tıkandığında çıkmazları zorlamak, kimse inanmazken kışların biteceğine, baharı hayal etmek, tonlarca yük binmişken üzerine, dik durabilmek, uçsuz labirentlerde kaybolmamaktı…
Her ne kadar kendi hayatıyla arasına mesafeler girmiş olsa da; ateş böceğinden alınan ilham, üzerinde ki karamsarlığı bir kenara bıraktırmış ve yeniden ateşlemişti, hep içinde uhde kalan, bilerek, özgür, aydın, sıra dışı yaşamanın,sessiz çığlıklara ses, görmeyen gözlere fer, tutmayan dizlere derman olabilmenin fitilini…
Artık bir başkaydı, imkansızlıklarla boğuştuğu şehrinde güneşin doğuşu, kuş ve çocuk sesleri, suyun çağlayışı, rüzgarın uğultusu!..Çünkü artık kendine olan güvenini,inancını yeniden kazanmıştı…Çalışmak ve azimle birleşince bu iki olgunun açamayacağı kapı yoktu...
Ve geleceğe dair en büyük temennisi: "Gün ışığın da dahi farkedilemeyen, kaybolmuş kimliklerin doğru zamanda, doğru yerde birer ateş böceği görebilmeleri"; en büyük çabası da:"Ateş böceğinin kendiliğinden gelmediği yerlere ateş böceğini, umudu götürebilmekti"...
Miyase ASLANTAŞ...

Hiç yorum yok: