Kırılma Noktaları...

Yıl 2003’tü galiba.Yanlış da hatırlıyor olabilirim,çok iyi bir hafızam yoktur.Zaten önemli olan da,yıl değil cereyan eden olay.Polis olmak için yanıp tutuştuğum, ölüp ölüp dirildiğim en deli çağlarım.İçimde ki polis olma aşkı öyle böyle değil.Polis olup, nöbet tutacağım,devriye gezeceğim,adalet dağıtacağım kanımın son damlasına kadar vs.
Ağustos ayı ortaları topluyorum tüm hevesimi,heyecanımı,kararlılığımı ve bin bir umutla polis okuluna sınava gidiyoruz.Benim gibi adrenalin meraklısı hizmet delilerini mi ararsınız,garanti meslek nasıl olsa diyenleri mi,baba zoruyla gelenleri mi?Bir mahşer kalabalığı var sınav merkezinin önünde.
Aileler dışarıda kalıyor biz genç ve istekli polis aday adayları binaya giriyoruz.Sınav başvurusu için form doldurmalar,sınav komitesinin istediği hale gelebilmek için çaba sarf etmeler.Hem elerimiz hem de dillerimiz çalışıyor.Hiç tanımadığım insanların yakalarına yapışıp onlarla sohbet ediyorum.Konu öss den aldığımız puanlara geliyor;en son ben söylüyorum o yıl ki puanımı.Tam tımarhanelik bu diye yüzüme bakıyorlar.(yüzüme söylemediler ama iç sesleri işitilir derecede yüksekti)İçlerinden en cesuru düşüncesini kibar bir şekilde dile getiriyor…
¬|---.Kızım ne işin var o puanla polis olma yolunda?Git bir fakülte yaz İstanbul’dan, hayatın değişsin.
Cümle aynen bu.Hemen polis olma hormonlarım çalışıyor ve çenen açılıyor:
---Asla diyorum ben polis olacağım ve bu işi hiçbir şeye hiçbir üniversitenin hiçbir bölümüne değişmem.Şartları ne olursa olsun polis olmak istiyorum.(bende bir çene var ki sormayın, kızcağız konuştuğuna pişman olmadan kapanmadı mübarek)
Başladık harıl harıl form doldurmaya.Kızgınlığım hala geçmemiş kulaklarımdan duman çıkıyor.Ve bu psikolojinin üzerine hayatımın en keskin kararlarından birini aldığım o an gelip çatıyor…
Ne çok genç ne de çok yaşlı bir polis memuru geliyor yaklaşık otuz kadar arkadaşla form doldurduğumuz sınıfa.Hepimiz dikkat kesiliyoruz.Memurun ağzından dökülen cümleleri aynen naklediyorum.
---Aranızda babası polis olan var mı?Koca sınıftan bir kişiden bile ses çıkmıyor.(yine milyonda bir yanılma payıyla bir kişiden ses çıkmış olabilir)Memur eliyle umursamaz bir işaret yapıyor ve :
---Ne haliniz varsa görün,bir işe yaramazsınız diye jet hızıyla çekip gidiyor!O an da bende var olan tüm kaleler zapt ediliyor; polis olmak adına inandığım tüm değerlerim yerle bir oluyor vs… O gün olanların dahası var ama bu kadar yeter…
Bu nasıl bir anlayıştır?Artık hiçbir kuvvet beni bu kurumun içine sokamaz diye toplayıp tüm duygularımı evin yolunu tutuyorum.Daha sonra ki hiçbir yılda sınava gitmedim,polis olmaktan,polislikten bahsetmedim ama hep içimde uhde kaldı o meslek,Hala gördüğüm her polis memurunun arkasından uzun uzun bakar ve iç geçiririm...
Benim naçizane fikrime göre o gün,yapılırken, ne amaçlandığını ,şu gün bile anlamadığım bir anlayış yüzünden hem ben kaybetmiştim, hem de Devletimiz kaybetmişti.
Ve çok uzun sürmeden, yaklaşık altı yedi yıl sonra maalesef yine bir yol ayrımına getirdi beni hayat.Polis olma macerasından sonra kendimde otoritelerin de onayıyla, var olduğuna inandığım yeteneği keşfedip canla başla sarıldığım sinemaya(belgesel ağırlıklı)dair yine aklımın almadığı bir uygulama doğrultusunda,gitmekle kalmanın en şiddetli yaşandığı ince bir çizgideyim.
Kestiremiyorum içimde ki terazi ne yana meyletmeli?Henüz en başındayken;tıpkı polis olma macerasında olduğu gibi, terk mi etmeliyim uğruna gözümü kırpmadan her şeyden vazgeçebileceğim,bu eşsiz sanatı; yada kırılıp tekrar tutan kemik ilk halinden daha sağlam olurmuş mantığını esas alıp, eskiye nazaran daha derinden mi sarılmalıyım sinemaya,insan hikayeleri anlatıp, elimde kamera adım adım yol almaya,kurgu yapmaya,çekilen görüntülere uyacak müzikler için dağları aşmaya vs…
Not:Hak çalışlarak kazanılır mı yoksa başkaları tarafından birilerine verilir mi,hala anlamış değilim…
Miyase ASLANTAŞ…
SIZIR

Hiç yorum yok: